Hafta sonu havanın güzelliğinden yararlanıp atalım kendimizi doğaya dedik. Tutkunu olduğumuz F1 yarışlarını izlediğimiz için evden çıkmamız 12:00’yi buldu. Meraklısı olan bilir bu hafta sonu Malezya GP vardı. İstanbul için bu saate kalmışsan dışarı çıkmak için acele etmelisin, biraz daha oyalanırsan hele hiç durma vazgeç bu sevdadan. Yoksa trafikte geçireceğin birkaç saatin ardından ne gideceğin yerden keyif alırsın ne de yiyip içtiklerinden.
Nereye gidelim diye düşünürken, biraz orman havası alır, çiçek, kuş, böcek görürüz diyerek Polenezköy yolunu tuttuk. Niyetimiz Polenezköy’deki Tabiat Parkında yürüyüşümüzü yapmak ve fazla kalabalığa karışmadan dönmekti. Polonyalılar tarafından kurulan bu köy hakkında daha önce yazılar yazıldığı için işin tarihçe kısmına hiç değinmiyorum. Biz parkura Polenezköy girişinden başladık. Yerlerde sonbahar ve kış izlenimini oluşturan kurumuş yapraklar olsa da ağaçların yavaş yavaş ilkbahar giysilerini giymeye başladığını görmek, doğadaki uyanışı görmek insanın enerjisini arttırıyor.
5 km’lik parkuru tamamlayabilmek için enerjiye de fazlasıyla ihtiyacımız var doğrusu. Gördüklerimizi fotoğraflayabiliyoruz ama ya duyduklarımız. Ne güzeldi kuşların şakıması.
Yaşadığımız ılıman ve yağışsız kış mevsiminin etkileri her yerde kendini hissettiriyor. Dereler yaz sonu gibi cılız, gölcükler fotoğrafta da görülgüğü gibi su birikintisi şeklinde. Bu manzarayı görmek tedirgin ediyor insanı. En son 1-1, 5 yıl kadar önce gittik Polenezköy’e. Yürüyüş yolunun kenarından ormanı bölen tel çiti çekilmiş. Ne zaman ve neden merak ettik doğrusu. Bilen varsa nedenini öğrenmek isterim.
Polenezköy’de genellikle kendin pişir-kendin ye tarzındaki yerlerde mangal keyfi yapılır. Biz hem et yemek istemediğimiz hem de uzun uzun oturmak istemediğimizden ayran ve gözleme ile yetindik. Hem ayran hem de gözlemeler gerçekten nefisti.
Arabaya ulaşmak için neyse ki az yolumuz kalmıştı. Yoksa bu dolu mideler ile yürümek sanırım imkansız olurdu. Kütüphanenin yanındaki parkta ağaç oyma ile yapılmış heykeller gördük. İşte onlardan bazıları. Bu heykelleri kimin yaptığı ya da buraya nereden geldiği konusunda bilgi almaya çalıştıksa da sorduğumuz iki kişi farklı tezler ileri sürdü.
Birine göre bu heykelleri Polanyalı’lar yapmıştı. Polonezköy otelleri
Diğerine göre ise geçen sene adını hatırlayamadığı üniversite öğrencileri burada bu çalışmaları yapmışlardı.
Sanırım ikincisi daha akla yatkın.
Yolda yürürken daha önce hiç açıkken göremediğimiz Zosia Teyzenin Anı Evinin açık olduğunu gördük. Burası sadece Pazar günleri 11:00-13:00/14:00-16:00 saatleri arasında gezilebiliyormuş. O dönemler hakkında bilgi almak için güzel bir fırsat bu anı evini gezmek.
Özellikle İstanbul’da yaşayan biz ve bizim gibiler için 4-5 yıl aynı evde oturmak büyük bir lüks iken Zosia Teyze’nin tüm hayatını bu evde geçirmiş olduğunu öğrenmek şaşırttı ve düşündürdü beni. Yanlış hatırlamıyorsam öldüğünde 83 yaşında imiş Zosia Teyze. 83 yıllık yaşamında kim bilir o evde neler yaşamıştır, o ev nelere tanıklık etmiştir.
Dönerken gördüğümüz ters yöndeki trafik zamanlama konusunda ne kadar isabetli bir seçim yaptığımızı anlattı bize. Trafiğe kalmadan gidebildiğinizde Polenezköy İstanbul’da nefes alınacak yerlerden biri.
http://www.webyapmaaskyap.com/2008/12/polonezkoy-deneyim-yasamanin-polcasi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder