11 Nisan 2007 Çarşamba

Fethiye

Fethiye, beyaz dişleriyle gülümseyen bir huzurun altın ışıltısını ve baharın en güzel aşk şarkılarını kulağınıza fısıldadığı, büyülü bir yer.

Büyüyü yaratan zamanın biraz dışında, şiirden biraz öte, baharda biraz daha parlak.

Palmiye yapraklarının altında, soldaki koyda sessizce teknelerin yapıldığı, diğer tarafın usulca ötelere taşındığı sulara bakan bir barda oturmuş, şarabımı yudumluyorum.

Hafiften bir meltem esiyor, lacivert bir akşam oluyor ben içtikçe.

Baharın, boş arsada top oynamaya giden çocuklar gibi Mayıs’tan Haziran’a geçişini izliyorum.

Bacchus’un solukları duyuluyor ötelerden.

Kim bilir, beklide Fethiye’yi çeviren on iki adadaki on iki şövalye de zamanın sarhoşluğuyla kendinden geçmiştir…

Bense, bembeyaz dalgalar gibi köpüren, taylar gibi dört nala özgürce koşan bahara içiyorum.

Bahara ve çevremde elle dokunulacak kadar yoğunlaşan, lacivert akşama…

Hilal gözlerini kırpıyor, ben en çok hilalli gecelere çıkıyorum çünkü. Ben kendimden ne zaman çıksam, lacivert bir akşam oluyor, kıpır kıpır yıldızlar beliriyor gökyüzünde.

Tüm anılarımı sulara döküp, yeni bir sayfa açarak, bahara giriyorum böyle bir gecede.

Çünkü bahara girmekle, bir kadını sevmek arasında pek bir fark yoktu. Bahar insanı coştururken, aşksa aklını başından alıyordu. En güzel aşk şarkılarını mırıldanıyordu bahar ve aşk, hilalli gecelerde… Sırtımızdan vurana kadar, hayatımızı seve seve emanet ediyorduk onlara.

Sonra hayatı en güzel anlatan sözcüklerden biri olan “süreç” devreye giriyor, aşklar ayrılığa, kış bahara dönüyordu yavaş yavaş…

Bize kışı ve ayrılığı belli bir süre de olsa unutmanın hazzını yaşatmak için geliyordu onlar.

Her aşk, kadını ve erkeği, ateşle barut gibi sımsıkı bir araya getiriyor, onlardan yeni bir silah yaratıyordu.

Her dolu silahsa, olması gerektiği gibi günün birinde patlıyordu…

Bahar ve aşk, barış ve sevişmek ne kadar birbirine yakışıyorsa; kış ve ayrılık, savaş ve nefret de o derece korkunç bir yüzle karşımıza çıkıyordu.

O küçük hayatlarıyla insanlar giriyordu hayatımıza… Ve çoğu aynı hızla gelip geçiyorlardı hayatımızdan. Aşka ve bahara aldırmadan…

Bense içiyorum.

Kadehimi böyle hilalli bir gecede, bu suların karşısındaki Olimpos’a ve oradaki Tanrılara kaldırıyorum.

Sarhoş olmanın bir gerekçesi olarak, atalarımız tarafından icat edilen o münasip Tanrı’ya kaldırıyorum kadehimi…

Ben içtikçe lacivert bir gece oluyor…

Herkes baharı ve aşkı ıskalayıp Hades’e gömülürken, bense bahara ve aşka doğru yanıyorum…

Çünkü yandıkça aşkı ve ateşi hak ediyor tenim.

Böyle zamanlarda, hırsızlar için fazlaca parlak ve âşıklar için yeterince karanlık hilalli geceler eşlik ediyor bana…

Fethiye gecelerinde bir kadeh kırmızı şarap, Bacchus’a ve Ömer Hayyam’a inat, bahara ve aşka yaraşıyor.

…Ve ben her gece kırmızı şarabımı yudumlayıp, biraz daha aşka ve bahara karışıyorum Fethiye’nin hilalli gecelerinde…

2 Haziran 2006,

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=28572

osmankbra.typepad.com http://agva.blogsome.com http://banaait.blog.com http://tatilotel.blogspot.com http://sewioz.inube.com/ http://bugunlerde.blogcu.com http://tatildeyim.sosblog.com/ http://yeditepe.turkblog.com/ http://tatilotel.wordpress.com http://hotel.turkceblog.com/ http://moteller.edublogs.org/ http://tatilkoyleri.vox.com/ http://resimleri.hadithuna.com http://otelleri.blogs.ie http://turizm.blogsarena.com http://otel.blogetery.com http://tatil.tabulas.com http://motel.rixlog.com/ http://okgo.bloggoo.com/ http://evet.blogono.com http://site.mynet.com/sirnight http://sewiom.livejournal.com